2019 senesinde yarışı Damsa istasyonunda(76,5km) bıraktıktan sonra bir daha bu parkuru deneyip denememe konusunda biraz bocaladım ve sonunda kendimle hesaplaşmaya karar verdim.
2021’de uzun antrenmanlarımı yeni çocuk sahibi olduğum için maksimum 3 saat ile sınırlandırmaya karar verdim. Daha önce yaptığım süre hesaplamalarını, şu CP’ye şu kadar zamanda giderim düşüncelerini bir kenara bırakıp edineceğim tecrübeden keyif almaya, güzel vakit geçirmeye çalışacaktım.
Antrenman Planım:
Sürekli üzerinde oynadığım antrenman planım
Gerçekleşen antrenmanlarım
28 Haziran haftası antrenmanlar başladı, malum yer Adana olunca antrenmanların %90’ı 40 küsur derece, yüksek nem ve 0 rakımda gerçekleşmek zorunda kaldı. Genellikle öğleden sonra 4–5 gibi koşulara başladım, sabah koşuları hiç yapmak istemememin sebebi: sabah çıkan neme dayanadım 🙂
2020’den beri maalesef Morton Nöroma çilesini çekmekteyim, cerrahi operasyon ve kortizon iğnesi haricinde tüm yöntemleri denedim ama geçmedi (hala geçmedi) Önceleri tabana el yordamıyla makyaj pamuklarından metatarsal ped denesemde çözüm olmadı, bir koşuda yürüyemez hale gelince çıkarıp attım ve daha iyi hissettiğimi keşfettim 🙂 o günden sonrada ara ara biraz hissettirsede hiç “ben burdayım” demedi. 1000km antrenman ve yarış süresi dahil.
Hedefim hem güçlendirme yapmak hem de esneme yapmaktı ama güçlendirme için kendimi bir türlü motive edemedim, neredeyse hiç güçlendirme yapmadım bu eksikliği mobility antrenmanlarıyla kapatmaya çalıştım, son haftalar günde 3 defa esneme yapıyordum ve faydasını gördüm diyebilirim (home office çalışıyorum evet).
Antrenmanları 3 saatle sınırlı tuttuğum ve 50kmlere çıkmadığım için 2019 yılında yaşadığım son haftalardaki bıkkınlık hissi bu sefer olmadı, back to back koşulara yoğunluk verip cumartesi ne koştuysam pazar da aynısını veya daha fazlasını koşmaya özen gösterdim.
Perşembe günü eşim ve kızımla Kapadokya’ya vardık, amaç erken gidip yarışa dinlenmiş bir vaziyette başlamaktı ama maalesef kızımı yeteri kadar hesaba katmamışım, ilk defa tecrübe ettiği iklim maalesef kendisine iyi gelmedi, çok huysuzdu, hafif hastalandı ve uyutmadı. Cuma akşamı ben 120km koşmuş kadar yorgundum ve yarış sabahı 5’de nöbetçi eczane arıyordum 🙂
Alana varıp dropbagi teslim ettim. Arkadaşlarla küçük sohbetler, fotoğraflar derken tüyler yine diken, ben ne bok yedim demeler…
İlk kilometreler geçen senelere benzer bir şekilde ilerledi, çok hızlanmamaya çalıştım, hedefim Damsa’ya kadar enerjimi ekonomik kullanmaktı. Beslenme planım ise 5 jel ilk yarı 4 jel ikinci yarı, WUP Hydractive efervesan , CPlerde çorba, ekmek, kola, patates. Yolda plan biraz değişmek zorunda kalacaktı.
İbrahimpaşa bu serüvenin artık flörtü gibi, asıl macera bunca segment arasında bence Uçhisar, sebebi ise 16,6km olması, gaza gelmeler ve beni her sene yoran çıkışları. Nedense buralarda gücüm çekiliyor, vücudum ağrımaya başlıyor, bu sebeple majezik aldım. Uçhisar’a giderken biraz hırpalansamda toparlayabildim, son çıkışta arkadaşları ve ailemi de görmenin etkisiyle CP’ye giriş yapıp fazla oyalanmadan çıkış yaptım. Uçhisar’dan sonra yolda havanında biraz ısınmasıyla “oh be şimdi koştuğumu hissediyorum” dediğimi hatırlıyorum, belkide sabah koşularını hiç yapmamam buna sebep olmuştur.
Sanırım Göreme yolundaydı, o esnada tanıştığım Engin Çalışan’ın peşine takıldım ve güzel bir tempoda beraber 3–4 km gittik, bana “çok hızlı gitmiyor musun” dese de ben kendimi iyi hissediyordum. Aynı soruyu bir kişi daha sordu ama zihinsel olarak kendimi düşürmedim. Kendimi iyi hissediyordum ve böyle devam edecektim. (Arkadaşlar yarış esnasında bu tip sözleri söylemeden önce 2 defa düşününüz rica ediyorum, koşucunun zihni çoğunlukla pamuk ipliğine bağlı oluyor) Benimle birlikte koşanlara enerjimi verimli kullanmak istediğimi söyleyip yol verdim, yalnız kalmak istiyordum. (Koşularımın tamamını yalnız yapmıştım, hala da öyle tercih ediyorum, böyle daha mutluyum bilmiyorum)
Göreme istasyonunda bol tuzlu yarım haşlanmış patates yedim bunu iyiki yapmışım, sıcak arttıkça jel ve efervesan tabletin tatlandırıcıları garip bir hissiyat vermeye başladı. Çavuşin yolunda çevremde bolca kramp ah!lamaları duydum, özellikle bir ağaç dalının altından geçiş sırasında sürünürken “burası tam kramplık” dediğimi hatırlıyorum. Çavuşin roller coaster vadisine geldiğimde sıcak iyice bastırdı, WUP efervesan, jel, su, muz yüklemesine devam ettim. Bu sene vadiyi daha iyi geçtim daha fazla durmadan koştum ama yürü koşlar, hız değişimleri, patika, zihnimi çok yordu, odaklanmakta biraz güçlük çektim, bu yorgunluk geçen sene Uçhisar yolunda olmuştu. Midem bulanmaya başlamıştı, Çavuşin’e girerken efervesan dolu matarayı boşalttım ve sonraki istasyonlarda su+ limonlu tuzlu suya geçiş yaptım ki bu beni kurtardı.
Çavuşin’de yardımından ötürü Nuriye Kaymak’a teşekkür ederim. suları değiştirip yine çorba, ekmek yiyip oyalanmadan CP’den çıktım. Geçen sene Akdağ çıkışını iyi bir sürede yapmak için kendimi hırpalamıştım bu sene çok ağır adımlarla çıkayım yukarıda hemen koşuya geçeyim dedim ama yine olmadı. Gücüm iyice çekildi, “bir yokuş bulsamda kendimi vurdursam sonrası kolay” diye düşünüyordum ki öyle oldu. Yokuş aşağı koşarken vücut toparlandı ve düz koşulara etkisi büyük oldu, durmadan Akdağ CP’ye ilerleyebildim. Beni çıkışlarda ve düzlerde geçenleri yokuş aşağı yakalayıp geçebiliyordum, mental olarak beni toparladı diyebilirim.
(Geçme geçilme konularına çok takılıyorsun Tuğrul diyebilirsiniz, geçilmeye takılmıyorum, geçmek motivasyon sağlıyor, bunun ötesinde yaptığımız şeyin kendimizle olan mücadele olduğunun ve edinilen tecrübeden keyif almam gerektiğinin farkındayım)

Ürgüp dropbag istasyonu, küçük çakim ve çoraplarım
Akdağ istasyonunda suları yenileyip, biraz beslendikten sonra her sene en fazla hızlanabildiğim parkura giriş yaptım, CP5-CP6 arasını bazı koşucular sevmesede ben bayılıyorum. Geçen seneden 15dk daha erken Ürgüp’e vardım ve hızlı hareket etmeye çalıştım, 2019’da gereksiz yere 1 saate yakın vakit harcamıştım. Burada hemen yemeğe yöneldim, kıyafet vs derken sindirim kendi işini görsün istedim. Makarna, salata, çorba, kola içip suları doldurdum, burada benden hızlı koşuculara yetiştiğimi görmek moral olarak beni yukarıya taşıdı, dropbag çantamı alıp beni bekleyen eşimle kızımın yanına vardım, küçük bir sohbet ve üzerimi değiştirdikten sonra vedalaşıp Damsa yoluna girdim.
Damsa yolunda küfürle karşıladığım, kayarak indiğim dik yamaçla tekrar buluştuk, bu sefer ayak tamamen kumla doldu, ayakkabıyı temizlerken yol boyunca başa baş ilerlediğimiz Rus atletle tekrar buluştuk, Damsa yolunda birbirimizi güzel taşıdık, o yol gösterdi ben koşması için teşvik ettim. Bu sefer Damsa’da çoğunlukla dereden ilerlemedik, dereye indiğimiz yerlerde maalesef atlı turistlere maruz kaldık, bu aralıkta gücüm yerine gelmediği için çok koşamadım. Mustafapaşa’ya doğru yol gözüktüğünde kendime geldim ve yokuşu da fırsat bilerek hızlandım, süreklilik sağlamaya çalıştım. Geçen sefer karanlıkta girdiğim Damsa patikasına bu sefer hava aydınlıkken vardım ve benim içim yarışın kırılma noktalarından biri bu oldu. Meğer Damsa yolu aydınlıkken ne kadar kolaymış 🙂 İnişleri hızlı, düzleri normal bir şekilde koşup çıkışları hızlı yürümeye devam ediyordum. 75km olmasına rağmen yokuşlarda 4.30 pacelere düşebildiğimi gördüğümde ve bacaklarda ciddi bir yorgunluk hissetmeyince keyfim yerine geldi. Damsa’ya girerken hava henüz kararıyordu. Mutluydum.
Damsa’dan olabildiğince hızlı çıktım ve kafa fenerini yürürken çantamdan çıkardım, Damsa sonrası yürü koşlara başladım, beslenme rutinim: büyük yudum limonlu tuzlu su, büyük yudum su, uzun yokuş sonrası tüpte tahin benzeri bir yiyecek, yokuş aşağı öncesi jel oldu. Taşkınpaşa çıkışı gerçekten insanı hem fiziken, hem de mental olarak kırıp geçiriyor. İlk olarak, 78 km sonrasında zaten her adım uzamaya başlıyor. İkincisi, yukarıya çıktıkça bastığınız yer çöküyor, havada tozlar uçuşuyor, yokuş bitmiyor, yokuş bittiğinde uzun bir düzlük, parlak köpek gözleri ve lanet olası ünlü, toza gömüldüğünüz iniş.
(Hemen çıktım, hemen devam ettim dediğim yerler en kısası 5dk, Ürgüp hariç en uzunu 10dk)
Köyü aşağıda gördüğünüzde uzaktan alkış seslerini duyuyorsunuz (motivasyon oluyor), sağolsun arkadaşlar çok yardımcı oldular, ayakkabıları temizleyip, ihtiyaçları giderip hemen devam ettim. Bu arada üzerime Ürgüp’te içlik ve üzerine t-shirt giymiştim, rüzgarlık veya yağmurluk giyme ihtiyacında bulunmadım hiç, yokuşlarda ve inişlerde arada bir tozdan buff’ı yüzüme çekmek zorunda kaldım. Taşkınpaşa’dan sonra 1–2km düz bir yoldan gidip tekrar çıkışa başlıyorsunuz, bu çıkış çok aklımda kalmadı ama Taşkınpaşa ile benzer bir zorluğa sahip ve sizi tüketmeye başlıyor, aklımda en net kalan şey Karlık inişi. Toz Taşkınpaşa’ya nazaran daha az ve burada inişi aralıksız koşabildim, köy içerisinde kafa feneri kapatılırsa yol karıştırılabilir.
Karlık diğer CP’lere göre daha kalabalık ve alkışlar arasında karşılanıyorsunuz, sağolsun Sadık Taşkın ve bir arkadaş bütün ihtiyaçlarımı karşıladır, Aydın Bey’de buradaydı. 7–8dk kalıp Karlık’tan ayrıldım, son ciddi tırmanış olduğu için kendimi biraz daha fazla ileri atabildim, düzlüğe ulaştığımda önde koşan 2 yarışmacıya yetiştim ve yürü koş yapmaya başladım ve arayı biraz olsun açtım.
Karanlıkta koşmanın bir avantajı ileriyi yeteri kadar göremediğiniz için odaklanmanız gereken mesafe kısalıyor ve daha sistematik hareket edebiliyorsunuz. Gündüz gözüyle görsem yürüyeceğim yerleri, koştum.
Taşocağı’na inen yol teknik ve kötü bir yol, patika yok, dik, taşlık ve dikenli bir araziye sahip. Kafa fenerim yeterli olmadığı için (Gece parkuru için iyi bir kafa fenerinizin olmasını tavsiye ederim, decathlon malzemeleri burada yeterli olmuyor — en azından giriş seviyesinin bir üstü ürünler) ve teknik iniş tecrübem az olduğu için iyice yavaşladım, arkadan gelen bir sporcu burayı yaldır yaldır geçti, öndeki sporcuların ışıklarını görebiliyordum ama ne kadar uğratıysam yakalayamadım.
Taşocağı CP’sinin jeneratör sesini uzaklardan duyabiliyorsunuz. Uzun beyaz bir çadır, 5dk kadar kalıp yoluma devam ediyorum, buradan sonra artık inişlerde quadricepsler iyice zorlanmaya başladı ve çok yavaşladım, kısa bir inişten sonra tekrar çıkış, düzlük, tekrar çıkış, teknik arazi ve tekrar çıkış derken son inişe geçiyorsunuz. Taşlık, tozlu bir patika, yorgunluk sebebiyle sakatlanmalar yaşanabilir, yaklaşık 1.5 kadar görece zor bir iniş mevcut. Bittiğinde düzlük ve hafif bir çıkışla stabilize yola giriyorsunuz. Aşağıya doğru var gücümle koştum, yolun bitimi sizi şehire götürüyor ve hafif bir çıkışın ardından Jandarma ve görevliler sizi karşılıyor. Görevli “sadece 3km kaldı” desede içimden acı acı gülüyorum tabi. Kalan mesafeyi artık 5 pacelere inerek (var gücümle demek yerine 5 pace olarak tanımladım) tamamlamaya çalışıyorum ama beklentinin aksine yokuşlar bitmiyordu, buraya kadar sağlıkla gelebildiğim için şükrettim.
(Son 1kmdeki ara dik çıkışa maalesef anlam veremedim:) artık bitsede gitsek dedirtti onca kmden sonra doğrusu) Ufak tırmanışlardan sonra finish alanının sesini duymak çok güzel geldi ve aşağıya doğru kilitli taşlardan son bir koşuyla çizgiden 02.02’de geçtim.
19 saatte yarışı bitirebilmek benim için büyük bir başarı oldu. Defalarca bu parkur tekrar koşulmaz desemde ufak gönül kaymaları tekrar başladı maalesef. Gerçekten Kapadokya’nın bu tarafları hiç cezbedici değil, cezbeden şey kendinizle yaşadığınız hesaplaşmalar ve nefsinizin, iradenizin size fısıldamalarını susturana kadar kırbaçlamanız. Bu tecrübeyi edinebildiğim, koşabildiğim ve yarışa başlama cesaretini gösteren o 233 kişiden biri olabildiğim için çok mutluyum.
Böyle harika bir organizasyonu bu zor şartlarda düzenleyen Argeus’a, ve özellikle gönüllüleri alkışlıyorum, gerçekten akıllı insanın yapacağı işler değil bunlar. Koşanlar akıllı mı… Evet hepimiz bir taraflarından yaşama tutunmak için ayarımızı bu şekilde kaçırmayı tercih ediyoruz sanırım.
Koşu sonrası alandaki ilgi güzeldi, hemen fotoğraf çektirip, madalya, finisher yeleğini dropbagi alıp ailemin yanına geçtim ve evet yine uyuyamadım:) Dönüşte maalesef araç kullanırken gözlerim kapanıyordu, kendimi tokatlamak zorunda kaldım. Böyle bir efor sarfedeceksem mutlaka ya uyuyabilmeliyim ya da dönüşü pazartesiye almalıyım.
Yarış esnasında tuzlu limonlu suya daha erken başlamayı dilerdim, bunun tecrübesini daha önce yaşasamda tekrar pekiştirmiş oldum. Kendimce beslenme rutinim güzeldi, sorunsuz bir şekilde bitirebildim. Yarış öncesi tuvalete gidememe geç saatlerde rakımın etkisiyle fazla gaz olarak kendini gösterdi, tuvalet hepimizin sorunu sanırım.
Kesinlikle güçlendirme şart. İyi ki esnemelere özen göstermişim dedim. (yıllarca ve hala oturarak çalıştığım için benim buna ihtiyacım vardı, kimisi hiç esneme yapmıyor ve problem yaşamıyor). Daha önceden tecrübe ettiğim “eğer antrenmanda ayakkabı ayağına x kadar zarar veriyorsa yarışta onu 4’le çarp” düsturunu tekrar tecrübe ettim ama bunu göze almıştım. Kullandığım ayakkabı Merrell Rubato, ıslak zeminde test etmedim ama Kapadokya zemininde, dik inişlerde çok fazla güven verdi. Bu güvenin neticesi 4 tırnak oldu. Ayakkabı zero drop, bende de “düz taban, içe basma ve morton nöroma” (ayak değil yürüyeninde problem olmayan milyon km enişte Doblo’su) olduğu için ilk antrenmanlarda bileğimde ağrılara yol açtı, ama yarışta problem yaşamadım, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla garip içe basışlar mevcut tabi.
WUP Hydractive’i bir daha yarışlarda uzun süreli kullanacağımı zannetmiyorum, antrenman veya yarış öncesi olabilir. SaltStick Caps’i tercih ederim veya piyasada olmayan WUP tablet tuz ürününü.
Desteklerini esirgemeyen eşime, Eda/Can, Dilem, Nilgün/Serkan, Ceyhun, Nadya, Ebru, Fulya, Esra ve BiKoşuAdana SK ekibine çok teşekkürler.
No comment